What Language Is This?

3. Üzeyir Hacibeylinin ortaya çikisi. 4. Köroglu operasi. 5. Üzeyir Hacibeyli ve Güney. 6. Üzeyir Hacibeyli ve Dünyasi. 7. Sonuç. Giris Bireylerin ve uluslarin fitratinda bir tekamül duygusu mevcuttur. Kendi yapisi üzerinde gelismeyi ve manevi genislemeyi basaran uluslar, yalniz kendileri için degil, bütün insanlik için de akli, zihni, sanatsal büyüme olanaklarini saglamis olurlar. Ne var ki evrensellik hep yöresellikten baslar. Ayni iman gibi. Topraktan baslayip Tanri’da bitenbir ahlak, idrak, düsünce yolu oldugu gibi insanlik dünyasindaki terakki de yöresellikten baslayip bütün evreni içeren bir gelisme süreci, tekamül yoludur. Yani milli kimligin gelismesi, degismesi, genislemesi o kimlige mensup olan bireylerin zihinsel imkanlarini, kavrayicilik güçlerini artirdigi için genel olarak insanligin mutluluguna katkida bulunmak da müyesser oluyor. Milli kimlige mensubiyet duygusu Arsimet’in “Dayanak Noktasi”na benzer. Yani bir etnik yapiya dayanarak bütün insanligi etkileme. Arsimet “Bana bir dayanak noktasi gösterin yer küresini yerinden oynatiyim” derdi. Içinde dogdugumuz ve mensubu oldugumuz kimlige dayanildigi ölçüde dünya ve insanlik medeniyetine, zekasina, marifetine, ilmine, sanatina katkida bulunmak mümkün. Milleti t’e girerken, Arap-milletlerinin tersine hiçbir milli projesi olmadan bir kabullenme egilimi ve süreci içerisine girmistir. Hatta ne oldugunu bilmeden onu kabul etmistir. Kurandan sadece yanlis sesletimle (talaffuz) “Bismillah ar rahman arrehim” cümlesini ezber bilirlerdi. Bugün de öyledir. 921 yilinda Karahanli sultani Satuk Bugra devletin çikari(!) icabi Hanefi mezhebini kabul eder, adini da degstirip Abdulrahman koyar. Dilde ilk yabancilasma bu sekilde baslar. Yani lügün i kabüllenmesi ile es zamanda baslayan yabancilasma süreci! “Zaman dilden ibaretdir”, “dil ulusun evidir” der. Ulusu zamani (tarihi) ve evini adi altinda yabanciya birakir. Lakin lügü Babek Hurremdin timsalinde direnis gösterir. Fakat Babek maglup edildikten sonra o döneme ait bütün kitaplar ve bilgiler araplar tarafindan yok edilir. Süphesiz ki 23 yil hilafetle savasan düzenli bir ordunun kendine özgü disiplini, bu disiplini barind kitaplari mevcut imis. Dünyanin en büyük devleti ile savasan ve az kala onu deviren ve bir ihanet sonucu yenilen Hurremilik tabii ki yalniz savassal planda degil, medeniyet planinda da büyük bir güc imis. Bir kaç kale kalmis o döneme ait. Peki bu kalelerin mimarlari bu bilimsel bilgileri nasil elde etmisler, ne oldu o bilgilere? Sonrasi siyasi tarihi lügün adi altinda kendisini yok etme kararliligidir sanki! Bu sebepten siyasi tarihine bakildiginda milli enerjisi Arap-dillerinin, kimliklerinin ve medeniyetlerinin yapilanmasina, gelismesine adanmis gibi görülmektedir. Sinirli ve devrilgen iktidar gücünü elinde bulunduran siyasi tarihi, sinirsiz ve devrilmez medeniyet ve dil iktidarini Araplara ve lara birakmistir. Söyle bir soru ortaya çikiyor: ‘in mahiyetinde mi düsmanligi var, yoksa suç lügün ‘i algilayis seklinde olmustur? Kur’an’da ve hadislerde millet olgusunun kabul edildigi bellidir. Demek ki, lügün ‘i yanlis algilamasi söz konusudur. Siyasi tarihi dili ve medeniyetini devre disi biraktigi için, lük Arap-milletleri dillerinin temellenmesi, gelismesi için bir kaynak haline gelmistir. Arap milliyetçiligi merkezli v? Milliyetçiligi merkezli Sialik kimligini hep sömürmüsler. Tarihinde dili bürokrasi ve ilim dili olarak hiç kendi yapisi üzerinde gelismedi. Bunu milletinin talihsizligi, masum ulusunun sömürülmesi gibi de algilamak mümkün! Bir padisahinin Nizami Gencevi’nin çe yazmasini yasaklamasi bilinmektedir: dili yakismaz sah neslimize dili eksiklik getirir bize![1] Siyasi iktidarlarinin bu sekilde davranmasinin psikolojik bir nedeni olsun gerek. Arap milliyetçilgi merkezli v? Milliyetçiligi merkezli Sialik tarafindan onlarca düsmanligni ksrükleyen hadisler uyduruldu. Bu yalan hadislerin gerçekmis gibi algilanmasi için yüz yillar boyunca teorik planda propagandalar yapildi, telkinler edildi. Arap milliyetçiligi merkezli ve milliyetçeligi merkezli Sialik düsmanligini tarih boyunca canli ve gündemde tutmak için kitaplar yazdilar. Öyle bir süreç yasandi ki, siyasi iktidarlari da bu yalanlara inanacak düzeye geldiler. Kalsik tarihinin zirvesi olan Osmanlilar kendi soylarina “Etrak-i bi idrak” diyecek kadar kendilerini asagilar bir zihniyet içine girdiler. Tarihi garipliklerle iç içedir. Bir taraftan öncesi Hakan ve Halk bütünlesmesi sonrasi dönemlerde görünmemektedir, diger taraftan da ‘in disinda kalan halklari yalnizca gelismemekle kalmamis, hem de tarihte büyük devlet ve imparatorluklar kuramamis, dillerini ve bütün kimlik unsurlarini kaybedip, baska milletlerin içinde tamamen yok olmuslar. öncesinde hakanlarin “Ey budunu…” hitabetinin yerini sonrasinda “Ey ümmeti…” hitabeti almistir. Milletinin gelecegini, varligini ve kimligini göz ardi eden bu süreç siyasi, askeri[2], kültürel ve devletçilik anlaminda Büyük Ata’e kadar, özellikle musiki medeniyeti anlaminda Üzeyir Hacibeyli’ye kadar sürüp gitmistir. Üzeyir Hacibeyli ile medeniyet tarihinde günes gibi dogan ve yeni bir olusum saglayan süreç gelecegine hedef göstermis ve de musiki tarihini bir düzen ve disipline tabi etmistir. Aydinlarini mecbur etmistir gibi büyük musiki alimleri ve filozoflari Araplarin ve larin tekelinden çikarip kendi tarih ve medeniyet suurunun alt yapisi gibi algilasinlar. Bu bakimdan uluslasmasi sürecinde uygarlik bilinci açisindan özgüveni saglayan kisi Üzeyir Hacibeyli olmustur. Bu önemli mesele üzerine arastirmalarimizi ve yorumlarimizi sürdürürüz. Bu makale sanat ve düsünce adamlarindan Üzeyir Hacibeyli’nin yaraticiligina ve çalisma alanlarina farkli bir açidan bakmaga özenmektedir. 19. asrin sonu ve 20. asrin baslarinda 1795’te Han Kaçar Sava’ya yakin eski bir köyü olan ‘i o dönemdeki stratejik ve güvenlik konumundan dolayi baskent ilan ederek, Kaçar- devletinin kurulma sürecini sona erdirmis olur. Aga Mehemmet Han Kaçar döneminde bir kural “Yasay-e Kaçariye” diye tasvip edilmisti. Bu yasaya göre veliaht veya ülkeyi yönetecek sonraki padisahin sadece baba tarafindan Kaçar soyundan olmasi yeterli degildi, ana tarafindan da Kaçar- soyundan olmasi gerekirdi. Kaçariye’nin kuruldugu dönemde küçük bir çocuk olan [3]’ya Han çok güvenir ve onun büyük isler yapacagina inanirdi. Bu yüzden bir çok seferlerinde o cümleden Susa`ya hücüm zamani onu kendi yaninda bulundurmakta idi. Sonraki tarihi olaylar Han Kaçar’in hakli oldugunu ispatlayacakti. Han Kaçar’in güçlü siyasi, harbi iradesi hesabina tesis edilen Memalike Maheyi Kaçar (Kaçarlarin korudugu memleketler) devleti sonraki dönemlerde-Kaçariye arasinda uzun süren savaslar sonucunda arazi kaybina ugrar. 1813 “Gülistan” ve 1828 “mençay” anlasmalari ile Kuzey Kaçariye’den koparilip, idaresine geçer. ‘in bütünlesmesi ugruna bütün halkini seferber etse de muvaffak olamaz. Bu amaç adina Ordusunu kurar, halkinin aydinlanmasi için gereken çabalari gösterir, ‘de Bati tipli okullar açar. ‘da onun reformlarina karsi çikan din adamlarina karsi din adamlarinin destegini arkasina alarak[4] mehverli bir Milli anlayisinin olusmasina özen gösterir. Lakin yine de muvaffak olamaz, çünkü Safevilerden itibaren baslamis olan dinde lasmanin kökü çok derinlere kadar uzanmakta idi. bu amac ugruna, yani i inanc alaninda lastirma ugruna yalniz de on iki bin sünninin basini kesmisti. Hatta Büyük Nadir de Safevi cehaletini tarihinden silmek isterken Kizilbaslar tarafindan öldürülür. Ancak ‘nin da reformlari yarim kalir, çünkü a zamanindan ve halkinin zihinsel ve düsünce düzeyinden çok ilerideydi. Böylece ne birlesir, ne de ‘a özgü sekilde aydinlanma süreci bir yarar saglamis olur. ‘nin cilik mefkuresini yaklasik bir asirdan sonra Emin Resulzade bayraklastiracakti. Güney ve Kuzey ‘da farkli ortam ve tarihi süreç olusmaya baslar. Parçalandiktan sonra hem Güney’de ve hem de Kuzey’de önemli tarihi hadiseler meydana çikar. Farkli degisim ve olusum süreci baslar. Ancak Güney ‘daki olusumlar arkadan zorlama veya klasik milliyetçiliginin determinist baskilari nedeniyle milli hedeflerine göre bir çizgi dogrultusunda ortaya çikar. Örnegin Merkezli Mesruta Hareketi aslinda klasik milliyetçiliginin modern milliyetçiligine uyum saglamasindan baska bir ise yaramadi. Yani ilimli ve lere karsi bir asimilasyon siyaseti uygulamayan Kaçar devleti nihayet Mesruta tarafindan devrildi ve sülalesi iktidari gasbetti. Kaçariyeyi deviren zihniyeti mesruta yetistirdi. Riza Han mesrutanin yavas yavas yetistirdigi bir devlet adami idi. Onun sahliga varisinda Ingilizlerin rolü olsa da, yalniz iç kosullar ve olusmus siyasi ortam böyle bir diktatörün iktidara tirmanisini icap etmekte idi. 19. asrin sonlarindan baslayip 20. asrin ikinci on yilligina kadar yatirilan siyasi ve ideoloji yatirimlar Riza Han ‘yi ortaya çikardi. Mesruta Hareketinin ‘a bir yarari olamazdi ve olmadi da, çünkü mesruta milli mefkureden, milli musikiden, milli amaçtan ve milli ruhtan yoksun idi. Belki tek tük ve sevdalilari da var idi, lakin bunlarin sesi duyulmamakta idi. Merkezli Mesruta Hareketi fikren, milli kimlik, milli hedef, milli suur ve milli dil açisindan maglup idi. 1909’da kurulan Demokrat Partisi’nin slogani Sehname`den bir alinti olarak söyle sekillenmisti: “olmaz olsa, olmaz olum ben Bu ulu ülkede kalmasin bir ten”[5] Resulzade’nin bu partide aktif olmasinin nedeni belli idi. Resulzade bütün Kaçariye’de bir Milli Devleti kurmak istiyordu. Kuzey ‘da gerçeklestirdigini önce Kaçariye’de uygulamak istemisti. Lakin bu amaç için ne institutlasmis milli edebiyat, ne milli dilin oturulmasi ve sekillenmis olmasi, ne de gereken ulusal bilinç ve sekülarizm süreci mevcut idi. Bu realiteler ister istemez Resulzade’yi de kendi milli tarihi misyonunu gerçeklestirmek için Kuzey ‘a sevk edecekti. Mesruta Hareketi’nin milli hedeflerine göre ayarlanmasi için Üzeyir Hacibeyli’nin musikide açtigi yolun ‘den geçmesi, Güney insanlarinin duygularini, düsüncelerini, sosyal ve bireysel zevk anlayislarini, davranislarini etkilemesi gerekirdi. Bunun için ise zaman lazim idi. Zaman faktörü çok önemlidir. Zaman geçtikçe bir çok degerler kendiliginden çöker ve yeni degerler üretilir. 9. asirdan baslayip ve Suubiye adi ile gelisip, Ihvan-üs Safa ve Sia semsiyesi altinda yogun edebiyat olusturan milliyetçiligi paradigmasi 19. Asirdan itibaren kendisine irkçiligina dayali baska rakip bir paradigma olusturmustu. Rakip paradigmalar bir birini mahvetmezler, yer degistirirler. Bir birinin yasamalarina ve uzun ömürlü olmalarina yardimci olurlar, yalniz egemenlik ugruna da yarisirlar. Sülalesinin devrilip ve siyasi Sia’nin iktidara tasinmasi sövinizminin asimilasyon siyasetini hiç degistirmedi. Humeynizmin gelisi ile egemenligi yipranmadi, sadece paradigmalar yer degistirdiler. Ari irkçiligi ve eski tarihine özenim mesruta edebiyatinda daha da abartili sekilde ortaya çikmisti. Bu iki rakip milliyetçiligi paradigmalari kendilerine özgü edebiyati, felsefesi, musikisi, ibadet tarzlari ve din anlayislari ile mevcutlardi. Bunlarin kendi içinden çökmeleri, bu, ve karsiti bakis açilarinin dagilmasi için Üzeyir Hacibeyli devriminin Güney ‘i sarmasi ve suurlarda, duygularda yerlesmesi gerekecekti. Genç, enerjik, taze nefes ve tarihi duygularini, soydan gelme anilarini kendi bünyesinde barind, sistematize eden yeni bir paradigmanin, eskimis ve dejenere olmus paradigmalarini yipratmasi ve ‘dan dasi gerecekti. Iste bunun için zaman faktörü çok önemli idi. Bugün bu paradigmalar Üzeyir Hacibeyli musiki anlayisinin karsisinda direnecek güce sahip degiller. Her musikinin açtigi bir yol var, derin psikolojik ve ruhsal etkisi olan bir yol. Musiki görünmez bir silahtir, bireyin ve milletin ruhunu öyle bir zamanda ve mekanda yakalar ki, onun etkisinden bütün bir tarih degismis olur. Iste 1945. yil Piseveri hareketinin ve sonraki hareketlerin Üzeyir Hacibeyli devrimi ile ilintili olmasi dolayisiyla milli içerikli olmalari makalenin akisi içerisinde ispatina çalisilacak bir konudur. Kuzey baska bir yazgiyi yasamaktaydi. Felsefi gelenekler, düsünce gelenekleri, davranis gelenekleri altüst olup degistiginde bir çok hakikatler görünmeye baslar. Büyük düsünceler ve degisimler uzun tarihi geleneklerin baskisindan kurtarildiginda ortaya çikar. Geleneklerin kirildigi zaman toplumlar yeni bir kimlikle kendilerini tanimlamak zorunda kalirlar. Yeni bir davranis ve bakis açisinin yaranmasina imkan yaranir. 1.000 yillik bir cehalet ortaminda yaygin olan gelenekler aydinlarini dilinde yazmaya zorluyordu. Bu gelenegin ömrüne son verilmis, bu gelenegin çöküs ve ölüm zamani gelmistir. Sia müçtehitlerinin, din hadimlerinin aydinlar hakkinda çikardiklari ölüm fetvalari Kuzey ‘da geçerliligini kaybetmistir. lar bunu engellemisti. Kuzey kendisini milli açidan tanima ve tanimlama zorunda birakilmisti. Ortam degisikligi dünyaya farkli bakma olanagini saglamisti. Tarihinde ne zaman disina kayilmissa lük bilinci gelismege baslamistir. Bu nedenle de lük bilinci `da dogdu. Ataürk`ün dini tarafi zayif oldugu ,için lük suuru agirlik kazanmisti. “Dünyada her bedbahtligin Hem zarari, hem nef’i var”[6] Kuzey aydinlari, kendi kimligi ile temasta bulunmasini engelleyen ve düsünce tarzini içeren din gibi faktörlerin ve hurafatin baskisindan toplumu kurtarmak için sekülar bir hareket baslatmislardi. Yenilikler geleneklerin, hem de anti milli ve kötü siyasi geleneklerin yok edilmesi ile ortaya çikar. Dogrular, tarihin bakir anlarinin ürünüdür. Öyle anlar ki insan düsüncesi geleneklerin baskisindan kurtulmus ve özgürce düsünme imkanina sahip olmaktadir. Hakikatin suratina örtülmüs geleneklerin kara ve çirkin perdeleri yirtilmadan, insan suuru da bütün dogal imkanlarini mezara gömmüs olur. Iste 1.000 yillik bir zaman süresi içerisinde bugün adlanan bu ortamda, kötü ve çirkin gelenekler nedeni ile milli entelekti, milli enerjisi, Arap-milliyetçiligine hizmet eden bir anlayisi içerisinde mahvedilmis, baskalarinin yükselisi için kaynak haline gelmis, mezara gömülmüs, bosuna heder edilmis, harcanmis bir tarihe dönüsmüstür. Resulzade milletinin milli sitem ve zulüm karsisinda direnmemesini, itiraz etmemesini bu sekilde anlatmaktadir: milleti milli zulmü kendi cinsinden gördügü için nefsi müdafaa refleksini yitirmistir.[7] Kuzey bu kötü ortamdan ayrilmisti. Kuzey’in istilasina ugramasi bir yazgisizlik, ugursuzluk gibi görünse de baska bir sonuç ortaya çikti. Resulzade sunu bu sekilde anlatir: Tanri isterse düsman hayirlar saglar![8] Kuzey ortam degisikligine ugradiktan sonra 1.000 yillik cehalet ve karanlik bir muhitten ayrilma firsatini yakalamis, 1.000 yillik milliyetçiligi baskisindan kurtulmus, Necef’ten ve daha sonralar Kum’dan gelen larin fetvalarinin tesir dairesi disinda kalmis ve dolayisiyla Bati medeniyeti ile tanisma firsatini elde etmisti. Lar bu bölgeyi Kaçariyeden hem de kültürel anlamda tam ayirmak için lerini kendi dillerinde yazip okumaya zorlamistir. Resulzade bu açidan ile `in milletlesmesini kiyas eder. ler gibi kendi dillerini sevmez dillerini köylü dili olarak tanimlar ve Isveç dilinde yazarlardi. Lakin kendi istilasina ugrattiktan sonra onlari da kendi dillerinde yazip okumaya zorlar. Bu davranisi ile Finlandiya`yi Isveç ve Kuzey `i da Kaçariye kültüründen koparmayi amaçlamakta idi. Resulzade`ye göre hem `nin hem de Kuzey `in milli suura sahip olmalarinda `nin büyük rolü olmustur. 19. asirda Güney ‘da dinde Bati tipli reformlari baslatan Babi’lerin ve Bahai’lerin idam edilmeleri için larin fetva verdikleri, aydinlarin vahsice öldürüldükleri bir dönemde Kuzey ‘da ve digerleri sekülar sürecin temelini atmis, modern insan tipini simgeleyen zihniyet olusturuyorlardi. 19. asir medeniyetinin altin çagidir. Yalnizca büyük bir imparatorluk degil, hem de Bati medeniyetinin bir parçasi olmaya özen gösteren Avrasya gücü idi. Çernisefiski gibi büyük düsünürler vasitasi ile Avrupa’yi bile etkisi altina alan büyük bir devlet idi. Kaçariye ve gibi içe dönük degil, dis dünyaya açik bir devlet idi. Bu nedenle de çülük ekolleri ne Kaçariye’de, ne de dogdu. Cülük akimlari Ziya Gökalp’in de belirttigi üzere istilasinda bulunan halkalari arsinda boy gösterdi. Kuzey ‘da Mirza Fetali Ahundov’dan baslayan intibah ve sekülarizm süreci çesi’nin nispeten kendi yapisi üzerinde gelismesine yol açti. Yayimladigi “Ekinci” gazetesi ilk kez olarak Kuzey ‘da degisik fikirlerin ve görüslerin ortaya çikmasina, farkli görüslerin bir biri ile tartismasina olanak sagladi. “Ekinci”nin açtigi yolun uzantisi olarak sonralar “Molla Nasrettin”, “Füyuzat”, “Hayat”, “Açik söz” ve onlarca bu gibi dergiler ve gazeteler milli ruhun yükselisine yardimda bulunacak, bir kalabaligi, bir insanlar toplulugu izdihami millet yapma yönünde düsünce planinda seferber etmege çalisacakti. Aydinlari, hedefi belli olmayan ve hobisi horuz dövüstürmek olan bir toplumu tiyatrohanelere celb ve cezb etmege çalisacaklar, bir kalabaligi milli devlet kurmaya yönlendireceklerdi. 1918 yilinda kurulan Demokratik Halk Cumhuriyeti’nin temeli  milli dilde yazdigi dram eserlerinde atilmis, sonra da bu temel ve diger aydinlari tarafindan güçlenmis, genislemis ve sonunda bu süreç içinden Milli Devleti dogmustur. Dilde, fikirde saglanan bu modernizasyon ve sekülarizasyon süreci klasik tarihinin uzantisi degil idi, tarihinin anti tezi idi. Bu süreç tarihinde Arap-Merkezli tutum ve davranislari sadece kabul etmemekle yetinmiyordu. Hem de bu tarihi hatalari siddetle kiniyordu. Bu devrimci tutumun basinda durmaktaydi. hakli olarak “Arap alfabesi bizi karanliklara sürüklüyor” diyordu. Dini cehaleti kökünden baltalayan ilk modernist mütefekkirdir. Üzeyir Hacibeyli’nin ortaya çikisi Ifade edildigi üzere Kuzey ‘da farkli bir gelecek ugruna aydinlari fikri, manevi ve ahlaki faaliyetler içerisine girmistiler. Güney aydinlari (ve parmak sayi insanlar istisna olmak üzere) ‘i ‘a perçinleyip, kendilerini li-kimligi ile degil, soyut ve anlamsiz li kimligi ile tanimladiklari halde Kuzey aydinlari cografyasinin bir siyasi mekan olmasi ve milli kimliginin tespiti ugruna bütün fikri, zikri ve hissiyatlari ile haysiyetli bir mücadele yapmaktaydilar. Kuzey ‘daki milletlesme ugruna verilen mücadele ve fikri savas gerçekten de büyük bir hamaset. Bu kutsal davanin sayisiz büyük erdemleri ve erenleri vardir, lakin bu makalenin konusu Üzeyir Hacibeyli’nin yaraticiligi ve davasidir. Üzeyir Hacibeyli’den önce musiki sanati gibi büyük sahsiyetler yetirmistir. Bu büyük insanlar soyut Dogusu musikisinin gelismesini, genislemesini ciddi sekilde etkilemisler. Üzeyir Hacibeyli ile baslayan yeni bir çag musikisi olarak tarihe geçer ve milli ruhun uyarilisina, uyanisina, milli ruhun yükselisine takan veir. Üzeyir Hacibeyli ile baslayan musikisi klasik musikisiyle kiyasta farkli evrim evreleri yasasa da, yalniz bu evrim evreleri eskilere dayanan musikisinden de tam soyutlanmis sekilde gelismemistir. Resulzade bu konu ile ilgili çok güzel bir tespitte bulunmaktadir: “Ümmetçilik tarihi milletlerinin ortak medeniyetidir. Milletlesme sürecinde ve milliyetçilik asamasinda her millet bu ortak deger ve medeniyet üzerine yatirdigi manevi yatirimini geri almak, kendi milli medeniyet suurunun bir parçasi yapmak zorundadir”.[10] Bu sebepten Üzeyir Hacibeyli’nin musiki anlayisinin kökü sadece tarihine dayanmamaktadir, öncesi ve Asya müzik tarihini ve keyfiyyetini de içermektedir. Sark musikisi içerisinde kaotik bir hayat süren musikisi, Üzeyir Hacibeyli’nin devrimleri ile adi altinda bir düzen ve disipline tabi olarak dünyayi etkilemeye ve dünyadan etkilenmeye baslar. Her anda ve her yerde seciyelenip seçilen bir özgünlük musikisinin özelligi haline gelmistir. Sanat yüksek bilgiye esaslanmalidir, derin bilgilerden yoksun olan sanat türü etkilesim kültüründen mahrum olur. Yalnizca etkilenim süreci içerisinde bir taklit evrelerini yasar. Böyle olunca da sanat eseri tarihsellikten yoksun birakilir, yeni bir tarih yaratma yetenegini kaybeder. Bunun farkinda olan Üzeyir Hacibeyli ilk önce ve uygarlik tarihini ve genel olarak insanlik medeniyet tarihini ve içerigini ögrenmek amaci ile büyük bir telas içerisine girer. Bu anlayistan yola çikarak genis bir alani ve manevi dünyayi içeren musikisini ve daha sonra da Bati musikisini cografyasinda ve ulusunun zevk anlayisinda merkezlestirmeyi hedefler. Çünkü ulusunun millet olmasi ve siyasi iradesini milli devletçilik seklinde tanimlamasi için her alanda, özellikle müziksel zevk alaninda farklilik saglamasi bir zaruret idi. Eflatun “Bir milletin musikisi ve müzikal zevk anlayisi degisirse, o milletin anayasasi ve gelenekleri de degisime ugrar” der. Iste Üzeyir Hacibeyli tarihinde bu degisim ve olusumu saglamistir. Üzeyir Hacibeyli’nin devrimleri sonucunda musikisi soyut Dogu Dünyasinin uzantisi olmaktan çikmis, duygulari, düsünceleri, fiilleri ve zevk anlayisi kendi ruhundan fisk bir milletin musikisine dönüsmüstür. “sanat yapitinda ulusun ruhu rahatlanip ve kendisinin en mazmunlu dahili seyahatine dalar”[11] der. Üzeyir Hacibeyli’nin yaraticiliginda ise ulusu yalnizca kendi ruhunun mazmununu kavramaz, hem de ruhuna milli musiki vasitasi ile bir yol açilir. Bu yolun basi tarihinin baslangicina dayaniyorsa, devami ve uzantisi da ulusunun ebedi yazgisi ve akibeti ile özdeslesmistir. Üzeyir Hacibeyli çeyrek perdeleri çikararak musikisini soyut Dogu musikisinden farklandirdi. Bu farklilik zamanla halkinin siyasal, toplumsal yazgisinin da somutlasmasina ve lilasmasina neden olacakti. Üzeyir Hacibeyli’nin yarattigi sanatsal uzayda görünen milli istikbal özgürlük ve özgünlük çagristiriyordu. Üzeyir Hacibeyli’nin sanatina yüklenmis ütopik suur, hayal gücü ve duygular siyasi bagimsizligi minyatürlestirmekteydi. Üzeyir Hacibeyli’ye kadar gelen makamlar (mugamlar) daha çok içe dönümlü, hayattan kopuk ruh halini animsatan bir musiki türü gibi görünmektedir. Üzeyir Hacibeyli makamlarin içe dönümlü ve tezkiyeyi nefisle ugrasan yönünü muhafiza ederek onlarin disa dönümlülügünü, hayata girisini, insani ile bir yerde ulusal serefin ve istikbalin saglanmasinda vasita olmasini saglamis oldu. Bugün büyük bir gururla “milli haysiyetimizin koruyucularindan biri de dilimizin yani sira hem de musikimizdir” söyleyebiliriz. Yani eskilerden cem evlerinde, hanigahlarda sufilerin ruh halini anlatan makamlar Üzeyir Hacibeyli’nin yaptigi devrimle hem de disa dönümlü bir tutum ve ifa tarzini sergilemis oldu. Böylece makamlar, yalniz insanin iç dünyasinin psikolojik ayrintilarini anlatan mevkiinden çikip, iç dünyasi arinmis, temizlenmis insana sosyal ve milli hedefler ugruna mücadele yapmasini da telkin etmege basladi. Bu sebepten de makamlarinda subeler arasi renklere Üzeyir Hacibeyli tarafindan önem verildi. Çünkü subelerin zeka ve düsünce planinda yarattigi genisligi ve derinligi renkler de duygu planinda yaratir. Düsünceli insanda raks etme ve düsüncelerini baskalari ile paylasma duygusu yaranmaya baslar. Içi sevgi ile dolmus insan toplumla kucaklasmak ister. Duygulu düsünce ve düsünceli duygularin olusmasini hedeflemektedir Üzeyir Hacibeyli’nin müzik anlayisi. Yani dünyayi sadece anlamak söz konusu degil, hem de onu estetik biçimde yasamak ve özümsemek de gerekmektedir. Dünyanin güzelligi güzel duygularin ürünüdür. Güzel görme bir yetenektir, Hacibeyli’nin sanati güzel görmek için dinleyicisini egitmektedir. Dünyayi anlamak, tam anlamak ve sonra da dünyaya anlatmak. Yalin düsünce ile degil, musiki dalgalari altinda sarki söyleyerek, raks ederek dünyayi degistirmege özen gösterme ve topragi vatan yapma sevdasi. Iste bu degisen dünya insani ve ahlaki yönde degisip ve gelisecektir. Üzeyir Hacibeyli’nin musiki anlayisinin özünde ve cevherinde duran budur. Makamlardaki olusum diyalektigi bireyin içindeki çeliski ve tezatlarin bir düzene tabi olusu ile sonuçlanir. Bu diyalektik süreç Üzeyir Hacibeyli anlayisinda daha da mürekkep ve genis boyutlara ulasir. Çünkü birey sadece kendi iç tezatlari ile degil, sosyal bir olgu olarak toplumsal tezatlarla da karsi karsiyadir. Ister iç, isterse de dis dünya tezatlarini bir olgunluk sürecinden geçirerek disiplinize etmek zorundadir. Bu nedenle de Üzeyir Hacibeyli’nin musikisi yalniz ferdin iç dünyasinda baris ve iç kontrol saglamaz, hem de ulusunu yabanci etkenlerin vahim ve muharrip etkisinden kurtarip, onu özgün bir inanç ve ahlak nizamina tabi olmaya sevk eder. Bu inancin ve ahlak nizaminin cografyasi ve fikri kaynagi ise milliyetçiligidir, çülüktür, maneviyatidir. Alman milliyetçilik ve milletlesme tarihinde yaptigi devrimleri Üzeyir Hacibeyli de medeniyet tarihinde yapmistir. Alman mitolojisine dayanarak fevk el-insan milli insan tipini simgeleyen operalar yaratmistir. Büyük Alman filozofu “Benim yaraticim, benim düsüncelerimin mimari” der. Gerçi sonralar kendi fevk el-insan felsefesine göre de kabullenmedi ve Alman insaninin daha da yüksek olmasini hak ettigini söyledi. Üzeyir Hacibeyli de ‘da milli insan tipini mitolojilerine dayanarak yaratmis, remizlesmistir. Üzeyir Hacibeyli’nin sanat yapitlarinda ister epik, isterse de lirik psikolojiyi kendi düsünce ve duygusunda tasimasi gereken insani Köroglu, Asli ve Kerem, Asik Garip gibi insanlari örnek almalidir görüsü ima edilmektedir. Bu mitolojilerdeki tipler ister sosyal erekleri ugrundaki mücadelelerinde, isterse de kendi asklari ugrundaki özverilerinde, ahlaki ve iradi açidan denenmis ve inançlarindan, hedeflerinden hiçbir kosulda dönmeyen özverili insanlardi. Böylece Üzeyir Hacibeyli’nin sanat anlayisinda ‘in mitolojisi, tarihi, medeniyeti, dünü, bu günü ve gelecegi vahdet halindedir. Kolektif ve milli bilinçaltinda saklanan eski hayallerin, ülkülerin ve arketiplerin (unutulmus mefhumlarin) musiki araciligi ile hafizaya tasinmasi saglanmaktadir. Bu yüzden de Üzeyir Hacibeyli musikisi ile kendi duygularini egiten, ruhunu aydinlatan insani sadece bir fert degil, o, artik bir fert olmanin ötesinde bir tarihtir, bir millettir ve bir misyonun savasçisidir. Bu misyonun adi dir. Hiç de tesadüfi degildir ki, 1988 yilinda bagimsizlik ugruna baslayan mücadele Köroglu operasinin uvertürü ile basladi. Üzeyir Hacibeyli’nin sanat anlayisi hem de saldirgan bir psikolojiye sahiptir. Gericilige, cehalete karsi barismaz bir tutum içinde ve insanlik disi törelere karsi saldirmaktadir. Üzeyir Hacibeyli’nin sanati geçmisle, geçmisin eskimis degerleri ile ikna olmayan, fakat geçmisin olumlu, uyumsal degerleri ile de yüklü olan, bugün içinde kendisine yer ederek, yaratkan heyecan ve enerji ile yükümlü bir halle gelecege dogru bir yönelis sergilemektedir. Hep yeni erekler pesinde kosmak ve yolculukta bulunmak hedefe varis kadar önemlidir. Burada Üzeyir Hacibeyli sanatina yansiyan Hüseyin Cavit felsefesine tanik olmaktayiz: “Lazimsa cehaletle güresmek Bir çare var ancak: yenilesmek”[12] Çünkü: “Bizler yenilessek bile daim Bir eskilik az çok bize hakim”[13] Iste bireysel psikolojiden tutmus, toplumsal psikolojiye kadar bize hakim olan ve beyin kapaklarimizi, duygularimizi tekamüle ve çagdasliga kapatan her seye karsi Üzeyir Hacibeyli sanati saldirmaktadir. Üzeyir Hacibeyli’nin müzik anlayisina göre insana teskinlik veren ne varsa devre disi birakilmalidir, çünkü teskinlik insani tembellestirir, çare aramaktan ali koyar ve bir misyonun adami olma halinden çikarir. Bu yüzden de faciayi bütünü ile yasamak lazim, teskinliksiz! Çünkü büyük idealler faciayi bütünü ile yasamakla dogar. Birey ve millet kendi amellerinin ve davranislarinin mahsulüdür. Ferdi ve milli hayat büyük mutluluklarla beraber büyük facialarla da iç içedir. Bu nedenle de Üzeyir Hacibeyli’nin makam anlayisinda derin kederlerin, tasalarin içinden büyük sevgi ve sevinçler, mutluluklar yogrulur. Üzeyir Hacibeyli bir misyonun adami degil, bütün misyonlarin adamidir. Onun sanati dünya görüsünü ikiye bölmez, tersine, bütün görüsleri bütünlestirir. Bu nedenle Üzeyir Hacibeyli`nin sanati ‘in bütünlük projesidir. Ancak bu bütünlük sadece cografi alani içermez. Bu bütünlük duygu, düsünce, zevk, raks, söz, öz, dil ve millet olmanin temel degerleri ne varsa hepsini içerir. Bu yüzden de Üzeyir Hacibeyli’nin sanati tarihinde bir etnik kristallesmeyi hedeflemektedir. Kendi etnik bünyesi ile fikren, hissen tanisan, güçlenen ve sonra da evrenle bütünlesen bir ulusun olusum diyalektigini anlatmaktadir. Üzeyir Hacibeyli’nin sanati determinist degil, finalist bir felsefi mefhumu içermektedir. Bölgede kimligine karsi olusturulmus tarih disi yargilar ve asagilik kompleksi arkadan gelen bir determinal baski araci olarak duygu ve düsüncesini olumsuz yönde etkilemektedir. Üzeyir Hacibeyli sanatinin ve musikisinin tipledigi insan modeli bütün bunlari def etmekte, halkina final hedef göstermektedir. Determinizm arkadan zorlayarak dünü oldugu gibi bugüne tasimakta kararliyken, finalite önden çekerek olusum saglar. Bu yüzden de Üzeyir Hacibeyli’nin sanati finalist bir psikoloji içerdigi için düsüncesi ve duygulari seyyaliyet ortaminda hep çaglayan bir insan tipini olusturmak ister. Yalniz Üzeyir Hacibeyli’nin determinizm anlayisi mitolojisine, masallarina, söylencelerine ve folkloruna dayanmaktadir. Bu sebepten de Üzeyir Hacibeyli’nin sanatindaki “olus”un arkasinda mantiksal tarihi nedenler ve önünde ise zihinsel derinliginden ve basiretinden yogrulan erekler, gayeler durmaktadir. Bütün bu söylenenler nazara alindiginda böyle anlasilir ki Üzeyir Hacibeyli’nin eredemi ve sanati bir örnektir (paradigmadir). Çünkü paradigmalar olaylara yanasma tarzini belli eder, yeni olusumlarin istikametini belirler ve örneklendirme sürecini saglar. Asirlar boyunca bu örneklendirme eylemi toplumun ne yapacagi için örnekler sunar, sorunlarla karsilastiginda ön hazirlik gibi olanaklar yaratir. Paradigmalar ön olusum, ön yaklasim ve ön sezi araçlarini olusturur. Bütün fertlerin zihnindeki bilgiler ve kolektif hafizada barinan sifreler ve tarihi kodlar, soydan gelen degerler paradigmalarda birikir. Hangi fertlerin? Sadece yasayan fertlerin degil, hem de ölen fertlerin. Çünkü millet sadece yasayanlari ile degil, ölüleri ve ululari ile bir yerde bir bütündür. Bütün gözlemler örnege (paradigmaya) tabi olur. Paradigmalar öyle bir yol açarlar ki o yolda yürüyenler dünyayi farkli sekilde anlamak zorunda kalirlar. Paradigmalar toplumun geleceginin içerigi ve sekli konusunda önceden ip uçlari verir. Gelecek hakkinda düsünmeden, getirme iradesi ortada olmadan gelmez. Iste o düsünme ve getirilme hakkinda düsünsel ve duygusal gücü seferber eden paradigmalardir. Paradigmalar getirilme iradesi, fenni ve teknigi konusunda bilgi biriktirir, bilgi aktarir. Bütün bunlar Üzeyir Hacibeyli misyonunun felsefesini, eregini olusturmaktadir. Üzeyir Hacibeyli’nin sanati sadece bir çaga degil, bütün çaglara isik tutmakta, bütün çaglarda olusum projesi olacak gibi görünmektedir. Insani “ne yapalim?” sounu aklinda canlandirirken, Üzeyir Hacibeyli paradigmasi (örnegi) onun yardimina kosacak, sounu yanitlayacaktir. Üzeyir Hacibeyli’nin “Arsin mal alan”, “O olmasin bu olsun” gibi operetlerinde verdigi iki insan tipi vardir. Birinci insan tipi eski geleneklerin simgeledigi Meshedi Ibad ve ikincisi ise Server’dir. Meshedi Ibad kötü adam degil, sadece onun davranislarina ya yer yoktur, ya da yer olmamasi gereken eskimis geleneklerin uzantisi olan tiptir. Meshedi Ibad gerektiginde kendi hissiyatini da tam klasik insan tipi gibi dilinde bir siir okuyarak ifade etmektedir. Ancak Üzeyir Hacibeyli’nin tarihine sunmak istedigi çagdas insan tipi gibi görünen Server kendi milli kimliginin farkindadir ve kendi sevdasindan vaz geçmeyerek, hem de asikane hislerini ‘in büyük sairleri lirik gazelleri ile ifade etmektedir. Yani Server timsalinde seyirci sadece seven bir genci görmemektedir. Üzeyir Hacibeyli sanatinin etkisi altinda kalan insani okudugu siirler dolayisi ile onun timsalinde kendi medeniyet, dil ve tarih suurunun farkinda olan bir insan tipini gözlemlemektedir. Üzeyir Hacibeyli’nin büyüklügü hem de Fuzuli gibi bir genis batinli, sair ve filozofu kendi yaraticiligi için kaynak seçmesindedir. Bir taraftan Fuzuli gibi büyük düsünce ve sanat adaminin yaraticiligina ve diger taraftan da yüz yillarin degerlerini dil ve ask kültürünü kendi bünyesinde barind Asli ve Kerem, Asik Garip gibi halk yaraticiligina güvenmek Üzeyir Hacibeyli sanatinin tabanini tarihin derinligine indirmis’ basini da sonsuzluga kadar yükseltmistir. Bu nedenle Üzeyir Hacibeyli yalnizca tarihinde sade bir sanatçi, bestekar degildir. Üzeyir Hacibeyli’nin sanatinda insani Fuzuli ile tanismakta, yalniz ozanlarin belleginde sakli olan degerlerle rastlanmaktadir. Böylece Üzeyir Hacibeyli’nin sanati insanini özgün, özgür ve milli, tam ‘a özgü bir dünyaya sevk etmektedir. Köroglu Operasi Köroglu epik bir mitoloji olarak yurdunda her kes tarafindan bilinmektedir. Babek Hurremdin maglup edildikten sonra Arap i Hürremilere özgü bütün degerlere ve kimlik kodlarina karsi sert çikti. Milli geleneklerinin tamamen yok olmasi için her tür yasaklamayi uyguladilar. Bütün tarihi ve varligi ile Babek Hürremdin`e bagli olan lügü Babek timsalindeki kahramanliklari mecburen bilinç altina sevk etmek zorunda kalir. Mitolojilerin kaynagi bilinçten daha ziyade bilinç altidir. Köroglu timsalinde ulusunun hatiralarinda yasayacaktir. Köroglu mitolojisindeki Çenlibel aslinda Babek Hurremdinin Keleyber`de yerlesen kalesi gibi tezahür etmektedir. Köroglu destanlarini okuyup ve Babek kalesine bir kez varan her kes çok kolaylikla bu fikire varabilir. Köroglu mitolojisinde hem Köroglu kendisi ve hem de delileri sadece güçlü kisiler degil, hem de bir yönleri ile de ozandirlar. Bir yönleri ile ozan olmak ne demektir? Yani sadece sanat, saz ve söz olarak ozan degiller, hem de erenlik, ermislik ve sosyal davranislarinda da ozan gibidirler. Çenlibel de ozan sanatinin merkezidir. Ayni Babek Kalesinin ozancilik kültürünün merkezi oldugu kimi. Cografiyasinda ozancilik kültürünü tarihinde ve bugününde barindirmakla seciyelenen üç önemli merkez var: Karadag ki Babek Hurremdinin merkezi üssü (karagahi) olmuustur. 2. Borçali ki bugün Gürcüstanin isgali altindadir. 3. Babek Hurremdin`in savasçilari ile Köroglu delilerinin arasindaki benzerlik ve özdeslik ayrica bir arastirma konusudur. Saz, Köroglu mitolojisinde kutsaldir, sazin ötesinde kutsal olacak baska bir sey yoktur, en kutsal makamda duran kopuzdur. Çünkü kopuz Samanlarin, Dede Korkutlarin kutsal efeslerini çagdan çaga tasimis ve Körogluluga ve Körogluculara, Çamlibelcilere (Çenlibelcilere) miras birakmistir. Saz, sadece bir musiki aleti olarak degil, hem de bin tür tecrübelerle yüklü ve yükümlü olan ata sözlerini, ozan kosmalarini, konusmalarini ve ögütlerini de kendisi ile beraber çagdan çaga tasimistir, tasimaktadir. Medeniyetinden saz dislanirsa onunla beraber Dede Korkutçuluk, Körogluluk, Babekçilik de suurlardan ve hafizalardan kaybolur. Böyle olunca da ‘in millet olma dinamikleri ve kodlari tarihin karanliklarinda yitip batar. Üzeyir Hacibeyli’nin toplumunun uluslasmasinda mitolojilerden de yararlanmasi takdire sayandir. Sokrat; “Tümüyle mitoloji, geçmisin, simdinin ve gelecek olaylarinin anlatimidir” der. Köroglu operasinda geçmisi, simdisi ve gelecegi ile bir bütün seklinde mevcut olmaktadir. Köroglu operasi öyle bir dönemde yaratilir ki, ‘in bütün tarihi ve milli degerlerine yasak getirmis, milli insanlarini ya sürgün ya da idam etmektedir. Üzeyir Hacibeyli böyle karanlik bir dönemde degisik ima ve simgelerle ‘in bütün amaçlarini, ideallerini, olusmasi ve yaratilmasi gereken yazgisini, talihini ve akibetini bu operaya yerlestirir. 1920’de lar tarafindan devrilen Milli Devleti, Üzeyir Hacibeyli’yi büyük ruhi sarsinti içine sokar. Çünkü o devletin bestecisi Üzeyir Hacibeyli idi. Üzeyir Hacibeyli, sanatçi ruhunda yasadigi ve ya.

Please follow and like us:
error3
fb-share-icon20
20
fb-share-icon20

13 thoughts on “What Language Is This?”

      1. It is instantaneously understood by the term, “Babek” even for those who don’t know Turkish language and this is a testament to global co-operation through NATO and the U.N.
        We should, as westerners, adopt all the words of foreign nations as Celtic Briton and ancient Greek did.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

error

Enjoy this blog? Please spread the word :)